Sabaha karşı beşi biraz geçiyordu sanırım saat.
Pek umrumda değildi açıkcası.
Yağmur dinmeye yakındı, yavaşca kayboluyordu damlalar gözden, tenden.
Sıcaklığını yitiriyordu yağmur.
Irga'nın hep böyle garip bi havası vardı.
Senelerimi burada geçirmeme rağmen hâlâ anlayamamıştım.
Nereye yürüdüğümü bilmeden etrafımdaki herşeye farklı anlamlar yükleyerek yavaş yavaş dolaşıyordum Irga'nın sokaklarında.
Sanırım zaman geçsin istiyordum.
Hava daha aydınlanmamıştı ve bir kaç garip insan vardı sokakta benden başka.
Onları izliyordum onlardan metrelerce uzakta.
Dikkatimi çeken sadece; herkes tek başınaydı ve onlarda benim gibi ne yaptıklarını bilmiyorlardı.
Sadece yürüyüp gidiyorlardı yavaşca.
Zaman ilerledikçe tatlı telaşım artmaya başladı, dahada artacaktı çünkü Suel gelecekti uyanıp.
Otobüs durağında bekliyordum Suel'i.
Kahvaltı yapmamıştır diye düşünüp poaça ve meyve suyu almaya gittim.
Pastaneden içeri girdim, boş boş bakındım.
Neyi alacağımı bilmiyordum.
O Suel ben ise Ted.
Bambaşka insanlarız yani.
Benim gibi sabahları kahvaltı yapamaz mıydı ? yoksa peynirli mi severdi poaçayı ? yoksa sade mi ? yoksa patatesli mi ? yoksa poaça sevmez miydi ?
Bilemedim. Meyve suyu içer miydi ? içmez miydi ?
Bilemedim.
Boş boş bakındım.
Tezgâhtarın "Yardımcı olayım efendim." demesiyle kendime geldim.
"Ş-şşey. Günaydın, bir tane poaça alabilir miyim ?"
"Neyli olsun ?" dedi kadın.
Yüzümdeki aptal ifadeyi atıp; "Sade olsun. Buyrun ücreti, iyi günler." dedim.
Aldım ve çıktım pastaneden.
Durağa gelip tekrar oturdum, beklemeye devam ediyordum.
Poaça soğusun istemiyordum.
Yani aslında Suel hemen gelsin istiyordum.
Bekliyordum sağıma soluma bakınarak.
Bir çok tanımadığım yüz vardı. Her birine tek tek bakıp onu arıyordum.
Bekliyordum.
Gelecekti biliyordum,
sabırla bekliyordum.
Kızıl saçlarıyla beni büyüleyen Suel'i gördüm uzaktan, gülücükler saçarak geliyordu.
Hemen ağaya kalktım ve ona doğru yürüdüm.
Sarılmak istedim, sarıldım, kısa sürdü.
Anlayamadım.
Duraktaki banka oturduk.
Poaçadan bi parça koparıp verdim, "Hadi kahvaltı yapalım."
"İstemiyorum." dedi gülümseyerek.
Zorlamadım.
Biraz sonra gidecekti Suel.
Bense sadece sıkıca sarılmak için beklemiştim geceden sabaha.
Sarıldım, kısa sürdü.
Anlayamadım.
Çantasından bir defter çıkardı Suel.
Brain'e yazdığı şiirler vardı sanırım.
Hissettiklerimi anlaması için gözlerine baktım.
Anlamıştı sanırım, güldü.
Güldü ama defteri hemen yerine koydu.
Mutluydu. Yanımda olduğu için miydi ? yoksa, yoksa başka nedenleri mi vardı ?
Anlayamadım.
Sustum ve ellerini tuttum bu kez. Korkusuzca ve terleyerek.
Mutluydu.
Zamanı nasıl doldurduk ?
Anlayamadım.
Gitmesi gerekiyordu Suel'in.
Vedalaşırken sarılmak istedim.
Sarıldım, kısa sürdü.
Anlayamadım.
Gitti, defalarca kez baktım arkasından.
Gitti.
Eve dönmem gerekiyordu.
Eve girmek istemedim.
Bahçedeki sandalyeleri birleştirip yatak yaptım kendime, uzandım düşüncelere dalıp.
Yavru bi ev kedisi geldi yanıma.
Konuşmaya başladık.
Suel'i anlattım ona, mırıldanmaya başladı.
Yanağımı yalıyordu yavru kedi.
Beni anlayıp teselli etmeye çalışıyordu kendince sanki.
Uyuya kaldım.
Aslında zamanı doldurmak için uyuya kalmak istedim.
.
.
.
Uyandım.
Yavru kedi gitmişti.
Bakındım etrafıma, yoktu.
Neden gitti ?
Anlayamadım.
Suel ile buluşacaktık tekrar.
Durağa gidip bekledim.
Gülücüklerini eksiltmeden, hatta daha fazla gülümseyerek geliyordu bu sefer.
Dahada mutluydu.
Sarılmak istedim, sarıldım, kısa sürdü.
Anlayamadım.
.
Eve gelmiştik.
Karanlık odamda, kırmızı loş ışığımızın altında 'Lana Del Rey' eşliğinde şarap içiyorduk en kırmızısından.
Suel'in kokusu, şarabın kokusu, saçlarının kırmızısı, dudağının kırmızısı, şarabın kırmızısı...
Herşey karmakarışık olmuştu, karışmıştık. Tamamen.
Güldük, ağladık, sarıldık, bakıştık uzunca.
Karışmıştık.
Suel birden bana baktı.
"Sarılma." dedi.
Ona sarılmaktan vazgeçmeyeceğimi göstermek istedim o an.
Anlamamazlığa vurdum söylediklerini.
Sıkıca sarılmaya devam ettim.
Gitmek istediğini söyledi.
Zamanı hızlı doldurmuştuk yine.
Gitmesi gerektiğinin farkındaydım.
Gitmesini istemedim.
Yinede çıkmıştık yola, durağa doğru hızlı adımlar atıyordu Suel, elini tutup "Daha zamanımız var, yavaş yürüyelim." dedim.
"Peki" dedi, az da olsa daha fazla görecektim onu. Benim için büyük bir kazançtı bu.
Durağa gelmiştik.
Artık gitmesi gerekiyordu Suel'in
Sarılmak istedim, sarıldım, kısa sürdü.
Tekrar sarılmak istedim, sarıldım, kısa sürdü..
Giderken "Neden benimle olduğunu bi düşün. Sevdiğin için mi ? Mutlu etmek için mi ?" dedi Suel.
Oysa ben bu sorunun cevabını hep vermiştim,
Anlatamamışım,
nasıl oldu; anlayamadım.
Şaşırdım,
sustum ve oturdum ayrıldığımız kaldırımın taşına.
Suel gidiyordu.
İzledim, geri dönüp bakmasını bekledim, benim için çok farklı anlamları vardı bu bakışın ama bakmadı.
Otobüse bindi ve gitti.
Kaldırım taşında oturup kalmıştım öyle, bekliyordum.
Bu defa neyi ne için beklediğimi bilmeden, gözlerim uzaklara dalarak bekliyordum.
Yanımdan geçen insanlar hızlandı sanki, dünyanın dönüşü hızlandı.
Gece oldu. Sonra hava aydınlandı. Tekrar karardı ve aydınlandı.
Ben hâlâ kaldırım taşında oturuyordum.
Bekliyordum.
Neyi ne için beklediğimi bilmeden, gözlerim Suel'i arayarak bekliyordum.
Eve dönmem gerekti.
Kalkıp yürümeye başladım, ellerim cebimde, başım yerde, aklım Suel'de.
Yolları takip edemiyordum, eve nerden gideceğimi bilmiyordum.
Suel'e akıl vermek değildi amacım, sadece beni anlamasıydı.
Beni anladığında aklındaki soru işaretleri gidecekti ve dahası; aklı başından gidecekti.
Silinecekti herşey.
Anlatamadım, neden anlatamadığımı anlayamadım.
Fren ve korna sesiyle irkildim, beyaz bi arabanın üstüne doğru yürümüşüm, farkedemedim.
Eve doğru yürümeye devam etmem gerekti.
O Suel, ben Ted.
Bambaşka insanlarız yani.
Neden birbirimizi anlamamız gerekli ki ?
"Sorular Ted'in beynini kemirmeye devam ediyor, Suel Ted'i anlamıyor ya da anlamak istemiyordu. Ama Ted anlatmaya çalışmaktan vazgeçmeyecekti. Çünkü biliyordu, bir gün anlaşacaklarını."