Bunu çok konuştuk doktor; İyi olmak adına madem tüm çabalarım, bütün insani yanlarım, hayal kırıklıklarım, Tek bir cevap verilebilir mi, kötü  hatıralar tecrübesi yüzünden vazgeçeyim ben olmaktan..

         Daha görmeden öteki yüzünü hayatın, nedir? Ne değildir? Bu hayatta işe yarar mı gözpınarları yosun tutmuşlar? Farkına varmadan yaşamış ve en dibine kadar çekmiş biri olarak söylüyorum. Keza hayat demiştim önce ki yazılarımdan birinde; ”her yaralarına bir tuz bulur kabuk bağlatır, kabuk bağlayan yerleri yeniden törpüler kanatır.” Bu piç kısır döngünün içinde hırpalanıyoruz binlerce kez, ne için bu yağmurlarımız, yetmedi mi? deme sakın! Aşkları da vururlar, sevdiklerini de. Harap olup tıkılır kalırsın. İçinde bitmek  bilmeyen yaralarla büyürsen tek başına, benim gibi olmak zorundasın o vakit. En yakının dahi bilmeyecek içini. Ne yaşadıklarını neyi yaşayamadıklarını. Asla çok sevme insanları. Anneni, ablanı dahi sevme. Eğer seversen gidemezsin. Hayat sana teptiğin fırsatı 2. kez sunar ve sen sevinemezsin bile. İstediğim 5 ülkeden birine gitme, hatta geri dönmeme fırsatım var ikinci kez. Sevinemedim, ki ben hayatımda bu kadar ben’cil olamam. Yaşım gereği bir çok duyguyu yaşamaya fırsatım oldu. Korkuyorum sevdiğim toy insanlar adına. Ateşten korkanlarım var benim, kaçın kurtarın kendinizi dediklerim. Gerçekler acıdır. Acının üstüne gitmekse başlı başına sıtkı sıyıran bir erdemdir tıpkı güneşin yeni yeni doğmaya başladığı anlarda kırık camlı pencereden içeriye sızan ilk tomurcukların altında haylaz bir gülümsemeyle tüm yükleri omzundan atan 6 aylık bebek misali. Bütün anlaşılmaya çalıştıklarım, aşkı dert edinme boş yere diye ki O kaçın kur’asıdır. Kandıramaz, atlatamaz ve aldatamazsın. Aşk en zayıf anını bekler ve Karın Deşen Jack’in ilk kurban ritüelini yaşatır el emek göz nuru ördüğün tabulara. Elinde, aşka ve aşk için besleyip büyüttüğü tüm umutlara olan gözyaşlarıyla bezeli kalan medile, donup kalan sulu gözlerden dökülüyor ve keşke diyor insan ”tekmili toptan bin aşk uğruna kan toplasaydı gözlerim”. İnsanoğlunun teslim olma potansiyeli, en ağır işkencelerde ölüme 3-5 kala başlayan obsesif kompulsif bozukluklar yaşayıp pes etmeyenleri dahi katıyor önüne. Sen yine de ”Boyun Eğme” O filin karşısında titreyen fare kaçsaydı eğer nasıl tenzil ederdi kainata, en heybetli mahlukatı. Biraz düşün, takılıp kalma aşkın kültüne.. Ana arter dışı her saçmalığı kapat beyninde. Bir amaç uğruna yaşa, ancak böyle ilerleme kaydeder mecburiyetler tecrübesi..  Keza bir amaç uğruna ölmedi mi onca genç, herşeyin bir amaca bağlandığı bu kaygısız bağlamda duran zehir zemberek kader için ağlamak güzeldir en az düşkün göstermediği gibi seni. Neye ağlayacağını bilmek gerek, onca erdeme yanan milyonlarca insandan gelip onları utandırma. Bir sabah uyandığında canının yarısını kaybetmiş olacak bi insan gözüne, aşk dahi sayılmayacak saçma sapan ilişkiler adına gözyaşı ekleme. Bana sabahın 05.28'inde bir şizofren gibi boş yere yazdırma bütün bunları. Bir bok bildiğim yok benim esasında… Esasında dedim de Oğuz Atay geldi aklıma; geçen gün okurken kitaplarından birinin bir yerinde, “esasında” lafını kullandığını gördüm. Çok hoşuma gitti bu. 

Doktor, doktorcuğum! Oğuz Atay olsa yerimde şimdi misal, “doktorcuğum canım” derdi sana “esasen”. “Neden” derdi, “neden konuşmadın benimle derdini caanım doktor?”

*Ben bugün Oğuz Atay’ım; İstanbul’un vapuruna sırtımı dönüp öyle poz verdim objektife… Benden çok İstanbul ve vapuru görünsün istedim fotoğrafta, İstanbul’u çok özlediğimden… Yarın için planımız yok üçümüzün de-ben, doktor ve Oğuz Atay-; yarına, yarın bakacağız…


Yorumlar
* Bu e-posta internet sitesinde yayınlanmayacaktır.
BU SİTE İLE KURULMUŞTUR