Silah seslerini işiten Drakgoa, Slaorm’a olan öfkesini unutur. Arabadan inerken Ployme’ye gözleriyle Zio’yu işaret ederek, ”beni burada bekleyin” der. Evinin olduğu sokağa doğru hızla koşan Drakgoa yalnız değildir, korkulu düşünceler, ona bu kısa mesafeli yolculuğunda yoldaşlık etmektedir. Drakgoa’da tıpkı Slaorm gibi çocukların bahçedeki salıncağını gördüğünde hep huzurlu hissederdi, ancak bugün, öyle bir gün değildi. Bahçedeki çimleri çiğneyerek evin kapısına geldiğinde o, yürek burkan düşünceler haraketlerinin gitgide yavaşlamasına neden olmuştu. Muhtemelen sorunsuz giden hayatının aniden sorunsal bir çıkmaza sapması Drakgoa’yı güçsüz düşürmüştü. Kapıyı açmak için cebindeki anahtarı çıkartmaya yönelmişken kapının açık olduğunu fark edince oldukça yavaş hareketlerle içeri girdi. Holdeki dağınıklık, ona korkulu düşüncelerindeki gerçekliğe daha da yakınlaşıyormuş hissi verdi. Ardından salona geçince sanki gökyüzünden bir balyoz kafasına inmiş gibi yere yığıldı. Bu balyoz tamamen düşüncelerden oluşan bir balyozdu, salon kan gölüydü. Yükselip alçalan inleyişleriyle ağlarken kafasını çevirip etrafa bakmaya başladı, fakat ceset göremiyordu. Bu umut onu ayağa kaldırdı. Teker teker odalara bakmaya başladı ama hiçbir iz bulamamıştı. Son olarak oğlunun odasının kapısını açarken, ”yalvarırım, yalvarırım hayatta ol” diye söylenerek, içeriye geçip etrafı kontrol etmeye koyuldu. Slaorm ve Egloon’dan bir iz bulamayışı onun için en azından bir umuttu. Kendini böyle avutmayı seçmişti, çünkü güçlü olmalıydı, acının onu uyutmaması gerekiyordu.
Kendi kendini motive etmeye çabalayarak dışarıya çıkınca Slaorm’un arabasının kapıda olduğunu gördü, ancak gelirken arabayı görememişti. Drakgoa, salıncağın direğine yaslanmış halde gözlerini kısarak başını kaldırdı, arabanın şoför koltuğuna doğru baktığında Slaorm’u görünce şok olmuştu. Koşar adımlarla arabaya yaklaşıp kapısını açtığında, kanlar içindeki Slaorm, ”O öldü, o öldü, onu öldürdüler” derken, dikiz aynasından arka koltuktaki oğlunun cesedine bakıyordu ve delirmiş gibiydi. Drakgoa, ”sağlık ekiplerini aramalıyım,” diye düşündü. Telefonunu çıkartmak için elini cebine attığında, ”hayır, telefonum yok” diyerek, koşa koşa yola çıktı. Sokağın ileri ucundaki arabasını güç bela görebiliyordu. Arabaya doğru ilerlerken Ployme onu görmüş ve aracı çalıştırıp yanına gelmişti. Drakgoa, ruhsuz mahallesinde Ployme’yi görünce ona sarıldı ve ağlamaya başladı, ”O daha çok küçüktü, bunu ona neden yaptılar? Oğlum..o ölmüş. Slaorm’da can çekişiyor.” dedi. Ellerini Drakgoa’nın saçlarında gezdirip yavaşça omuzlarına inen Ployme, ”Zio’ya uyku ilacımdan verdim ve uyuyor onun için endişelenme. Onları arabaya taşıyalım ve buradan uzaklaşalım.” der. Üst dişlerini alt, alt dişlerini üst dudağında gezdirirken bir yandan da kafasını sallayan Drakgoa, ”hayır, olmaz! Bunu yapamam, bana biraz müsaade et, hemen geliyorum,” der ve Slaorm’un yanına gidip üstünü arar. Telefonu bulamayınca Slaorm’a, ”telefonunun nerede olduğunu söyle Slaorm, hemen,” der. Yükselmeye çalışan ama başaramayan bir ses tonuyla ”Hayır” derken, ağzından etrafa kan sıçrayan Slaorm, ” kimseyi çağırma, ölmeme izin ver. Benim için bunu yapar mısın? Seni sevmeyi denedim Drakgoa.. ama maalesef hiç bir zaman başarılı olamadım,” der. Donuk gözlerinden, acının damlaları süzülen Drakgoa başını öne eğerek, ” bize bunu neden yaptın Slaorm, bana bunu söyleyebilirdin?” dediğinde, artık cevap alabileceği birisi olmadığını anlayabilmesi için kafasını kaldırması yeterliydi. O da öyle yaptı. Büyük acılar minik damlalar halinde gözlerinden süzülürken arabadan inerek Ployme’nin yanına gidip ona sımsıkı sarıldı. Daha sonra kardeşinin dağ evine doğru yola çıktılar.