Uzak diyarların birisinde, cennet vadisi adında görkemli bir yer vardı. Herkesin birbiriyle iyi geçindiği bir huzur vadisi, öyle ki vadiyi ikiye bölen nehrin kıyısında her gün hasbihal edilir, yüreği ferahlatan tatlarda, leziz mi leziz yemekler yenilirdi. Vadinin merkezi olan aşk meydanında gece gündüz eğlenilir, vadi halkından hiç bir kimsenin hüzme kapılmasına müsade edilmezdi. Ta ki o güne kadar..
Bir gün güneş doğmadı, vadinin bilgelerinden birisi halkın telaşa kapıldığını görünce, ertesi güne kadar herkesin meydanda eğlenmesi gerektiğini ve böylece diğer gün, güneşin yeniden doğmasıyla beraber her şeyin yoluna gireceğini söyledi, vadi halkı buna inanmayı seçti. Fakat o gün bir türlü gelmiyordu. Halk endişeli bekleyişle beraber umudunu yitiriyor ve hüzne kapılanlar birbirlerini kırıp paramparça ediyordu. Yüzleri bir karış olan halk artık birbiriyle görüşmez/görüşemez duruma gelmişti. Karanlığın hüküm sürmeye başladığı nadir yerlerden birisi haline dönüşen cennet vadisinde günler, haftalar, aylar hatta yıllardır güneş doğmuyordu. Vadide yaşayanlar zamanla başka diyarlara göç edip gitmişlerdi, çünkü vadi karanlık havadan solup gitmişti de. Ondandır ki kuru vadi adı dilden dile yayılmıştı. Kuru vadide yıllardır ilk kez şiddetli fırtınanın olduğu bir geceydi, kapkaranlık vadinin merkezindeki evin çatı katında yanan ışık neredeyse gözükmüyordu. Havada uçuşan çer çöp, ışığı yanan evin penceresinden içeriye giriyorken, birisi fırtınanın şiddetinden olsa gerek iki, üç denemeden sonra pencereyi anca kapatabilmişti. Bu evin içindeki kişi vadinin bilgelerinden birisi olan ve meydana adının verildiği Aşk’tı. Kendi kendine konuşup duruyordu:
Bir gün, bir gün doğacak.
Neyden bahsediyorsun ? Yoksa.. saçmalama.
Evet, o doğacak ve sende şahit olacaksın.
Biz aynı kişiyiz deli. Bak yine saçmaladın.
Evet, nerede kalmıştık.
Immm güneş doğacak falan diyordun.
Hani biz aynı kişiydik ? Yani sende diyordun.
Saçmalık, saçmalık, saçmalık.
Hayır, güneşin doğduğunu göreceksin.
Galiba delirmişti. Ya da aşk zaten delilik miydi ? Her neyse.. Kendi kendine konuşurken fırtına şiddetlenmiş, dışarıdan gelen ses yükselmişti. Aşk biraz durduktan sonra konuşmalarına devam etti. Sonra ses tekrar aynı şiddette yükselince kapı mı o, dedi kendi kendine ve kendisi tekrar cevapladı: evet kapı. Koşarak kapıya doğru yöneldi ama açma konusunda tereddüt içerisindeydi..
Aç şu kapıyı her kimse gidecek.
Sessiz ol bizi duyabilir.
Saçmalıktan başka bir şey değilsin, sana hemen aç şu kapıyı dedim.
Biz aynı kişiyiz yani sen açmıyorsun deli.
Bana hakaret etmeyi kes ve derhal aç şu kapıyı.
Biz aynı kişiyiz yani doğal olarak kendime de hakaret ediyorum.
Tamam, yeter artık n’olur aç şu kapıyı. Dışarıdakinin biz olduğunu düşün ve aç artık.
Ya tehlikeli biriyse ? O zaman ne olacak ?
Haklısın, en iyisi işimize bakalım.
Şaka yaptım, diyerek kapıyı açtığında kimsenin olmadığını görür ve hemen akabinde kendi kendine cevap olarak: çok geç açtın da ondan, der.
Ama bir dakika, şurayı görüyor musun ?
Muhteşem, harika, muazzam ve en güzel dört yüz kelime.
Sen sürekli saçmalıyorsun ama.. ama boş ver.
Ben Aşk’ım yani elbette saçmalarım unuttun mu ? Ehhem şey yani biz.
Sus ve şu güzelliğe bak.
Bana inanıyorsun artık değil mi ?
Güneş kapımızı mı çaldı dersin ?
Daha önce fırtına olduğunu hatırlamıyorum.
Sana bağırdığım için özür dilerim.
Bende sana hakaret ettiğim için.
Haydi, bütün.
Haydi, leşelim.
Bütünleşelim.
Fırtınanın havaya savurduğu son ot parçası da süzüle süzüle yere düşüyorken, uzaktaki kademe kademe yükselen dağların ardından güneş yüzünü gösterdiğinde, Aşk, sevinç çığlıkları atarak koşuşturmaya başladı.
Yaren tatlım bu günlük bu kadar yeter.
Ama abiii lütfen devam et. Vadide yaşayanlar geri dönüyor mu ? çok merak ediyorum lütfennn.
O halkı oluşturanlardan biriside sensin prenses.
Abiii çok güzel yazmışsın bunu satmasan olmaz mı, bizde kalsa olmaz mı ?
Canımm bana kalsa satmayacağım ama zaten bu elimdeki haliyle bizde kalacak merak etme. Hadi şimdi uyku vaktiiii.